Sartre’a Göre Cidden [Özgür] Müyüz?

Sartre’a Göre Cidden [Özgür] Müyüz?

Jean Paul Sartre, varoluşçu felsefesiyle tanınmış bir filozof ve oyun yazarı. Sadece düşünce gücüyle yetinmeyip sözcüklerden korkmayan bir eylem adamı. Kendisi içinde bulunduğu ikinci dünya savaşı havasını akciğerlerine derinlemesine çekmiş ve halkın acısını, korkusunu tüm kalbiyle hissedebilmiş biriydi. Gözleri çok ama çok az görmesine rağmen kendini her daim okumaya adamış bir yazar olarak Sartre, bambaşka biriydi.

( Simone de Beauvoir, Jean Paul Sartre ve Che Guevara)

( Simone de Beauvoir, Jean Paul Sartre ve Che Guevara)

Şimdi hayatını böylesine savaşarak; her türlü ayaklanmada ihtiyacı olanın yanında olarak, sesini duyurmaya çalışarak, ve bunların hepsini büyük bir şevkle seçen bir adamın felsefesi sizce ne üzerine olabilir?

Özgürlük Sartre’ın felsefesinin ana temasıydı, özellikle Fransa’nın yani memleketinin özgür olmadığı o dönem de. Pek tesadüfi gelmiyor değil mi? . Sartre’ın felsefesini anlamak için kısa ama kompleks bir cümle kullanabiliriz. Varoluş özden önce gelir. Çok kısa değil mi? Ama önümüze kitaplar yazacak kadar fazla veriler sunabilecek bir cümle.

Şimdi bu cümleyi anlamaya çalışalım. ( Bu arada bu anlatacaklarımı Sartre’ın gözlerinden değerlendiriyoruz yani  diyeceklerim tanrıtanımaz bir anlatım üzerinden olacak.)

Şu şekilde ilerliyor; dünyaya atılmış bir vaziyette bulunduktan sonra, kendimi ( yani benliğimi) , ne olacağımı ve nasıl olacağımı tamamıyla ben oluştururum. Kendi eylemlerimi sürekli kendim yaratabilirim, bir etiketle adlandırılamam çünkü sürekli bir yapım aşamasındayım. Bu dediklerim aşırı soyut gelebilir o yüzden biraz örneklendireyim; Bu odada hepimiz biyolojik olarak birer insanız, diğer canlılardan ayrılabiliyoruz. Diğerleri itilip kakılmayı, onlar için bir karara ihtiyaç duyarken biz duymuyoruz. İnsan haricindeki hayvanlar evrimsel süreçte kazandıkları içgüdülerle daha önceden belirlenmiş davranışlarla hareket ederken biz farklıyız, gerçi bizde evrimsel süreçte böyle içgüdüler kazanabiliyoruz ama aklımız bizi engelleyebilme kabiliyetine sahip.

Şimdi bizler doğduk birer bebeğiz; yardıma muhtaç, ailemizin bize verdiğiyle besleniyor, onların öğrettikleri kadar öğreniyoruz; seçme gibi bir hakkımız ya da irademiz yok bizler başkasına bağlı durumdayız. Ardından yetişkin bireyler oluyoruz ve ne yiyeceğimizi, nasıl yiyeceğimizi , kimle birlikte olacağımızı hatta ne olacağımızı seçebilecek vaziyete geliyoruz; seçebiliyor, bağımlılıklarımızı kırabiliyorsak  özgür oluyoruz, var oluyoruz. İrademizi konuşturabiliyoruz. Eğer özgürsek yani birine bağlı değilsek, mutlak bir özgürlüğe kavuşmuş oluyoruz. Bu felsefe ile ilgili bilmemiz gereken en önemli şey her şeyin seçilebilir oluşudur, önümüze atılan her şey seçimler silsilesinden oluşur. Oluştuktan sonra ise o oluşan şey, başka bir şeyin seçimler silsilesini oluşturur ve bu böyle ilerler gider. Diyelim ki bu yazıyı bir konferans salonunda okuyorum ve bu demek oluyor ki bugün burada bulunan herkes, bu odaya girip bu konuşmayı dinlemeyi seçti ve bugün bu odada olmayanlar ise bu odada olmamayı seçtiler. Bu sabah alarmın sesini duyup kalkmamak istediniz ama yine de kalkmayı seçip buraya geldiniz. Benim bu konuda kendimce tasarladığım bir benzetme var; ben sanatı bir varoluşçu için her zaman çok yüce bir mekan olarak görmüşümdür. Düşünsenize, elinize bir tablo almayı ardından o tablo üzerine hangi renkleri dökmeniz, fırçanın darbelerini hangi doğrultuda çizmeniz gerektiğini seçmişsiniz. Elde etmek istediğiniz sonuç için sürekli ardı ardına seçimler yapıyorsunuz ve asıl önemli olanı bu seçimleri kendi iradenizle yapıyorsunuz.  Hatta biliyor musunuz, akıllı olmayı bile seçebiliyoruz aslında; sonuçta beyin soyut olarak kapasitesi artırılabilecek bir organ, ne kadar öğrenirseniz o kadar nöronlarınız arasında kuvvetli bağlar oluyor ve o kadar öğrenme kapasiteniz artıyor. Akıllı olmayı seçiyorsunuz. Ancak Sartre’a göre seçerken dikkat etmemiz gereken çok önemli bir husus var, seçimleriniz sadece sizi değil etrafınızda var olan her şeyi etkiliyor. Eğer bugün akıllı olmaya çabalamayı seçmezseniz, ülkemizi çağdaş devlet seviyesinin üstüne de taşıma yolculuğunu yavaşlatmış olursunuz. Seçimlerimiz etrafımızdaki varlıkları etkiliyora başka bir örnek vermek gerekirse eğer şöyle bir örnekleme yapabiliriz, güncel olsun diye bu şekilde bir örnek veriyorum misal siz Wuhan’da yaşayan bir Çinliydiniz ve bir gün canlı hayvanların satıldığı o pazara gidip bir kilo yılan balığı almaya karar verdiniz, gittiniz aldınız ve yılan balığını afiyetle yediniz fakat  mutasyon geçiren o virüs yediğiniz yılan balığının içindeydi, bu sebepten dolay siz dünyaya bir salgın yaymış oldunuz. Anlattığım biraz absürt bir örnek oldu ancak olay az çok bu şekilde ilerliyor.

Bu çok büyük bir sorumluluk değil mi? Özgürlük, beraberinde çok büyük bir sorumluluk getiriyor.

 

Hatta Sartre’ın ilham aldığı bir diğer filozof olan Søren Kierkegaard seçim yapma halinin insanda sürekli kaygı oluşturduğunu söylüyor.  Bu oluşan kaygıyı ise şu şekilde tanımlıyor; şimdi siz bir uçurumun kenarındasınız aşağıya bakıyorsunuz ve bu bakış size büyük bir baş dönmesi ve vücudunuzu sallayacak kadar hiddetli bir kalp çarpıntısı hissetmenize sebep oluyor. Kierkegaard buna kısaca “vertigo hissi gibi “ diyor ve bu hisse neden olan şey uçurumdan düşme korkusundan ziyade, kendinizi uçurumdan aşağı atıp atmayacağınızdan emin olamamanın doğurduğu bir korku ve kaygıdır. Özgür olmak kolay bir iş değildir ve hatta Kierkegaard yine şöyle der “ Kaygı özgürlüğün baş dönmesidir”

Varoluşçuluğu hep çok rahat, umursamaz ve laubali bir felsefe olarak tanımlamışlar ancak varoluşçuluk eylemsizliğe karşı olduğunu bas bas bağıran bir felsefedir. Sonuçta seçtiğin her şeyi gerçekleştirmek zorundasın buna mahkumsun, sürekli bir eylem halindesin günün sonunda ise elde ettiğin eylemlerin toplamından ibaret olacaksın. Günün sonu demişken, o zamanlara da değinmek lazım. Sartre’a doğrusu  Simone de Beauvoir’a göre ölüm hazırlanacak bir şey değil (bilmiyorum aksini idda eden var mı fakat, Sartre böyle diyor.)  “Ölüm sadece hayatımda oluşan olanaklarımdan biridir.  benim için artık başka bir olanak kalmama olanağıdır”.  

(Simone de Beavoir)

Sonuçta özgürlüğe kavuşmak da bizim bir olanağımızdı, ölüm niye olmasın ki?

Umuyorum ki varoluş özden önce gelir ve sorumluluk ile özgürlük arasındaki ilişkiyi az çok anladınız. Anlamadıysanız da sıkıntı yok, Sartre hiç kolay bir adam değil.  

Şimdi aklınızda olabilecek ve Sartre ile ilgili eleştirilen çok önemli bir soruyu cevaplamak istiyorum. Kendinize sormuş olabilirsiniz, ben de varoluşçuluğu okurken kendime sormuştum. Peki ya iki kötü seçenek arasında kalırsak seçimi nasıl yapmalıyız? Devlet büyükleri, bir kurumu yöneten insanlar veya sizler bu gibi bir ikilemde kalabilirsiniz. Ve Sartre; seçimlerimiz sayesinde özgür olduğumuzu söylüyor ancak bu  kadar zorlayıcı bir seçimi yapabilmek, uçurumun kenarındaki bizler için öldürücü bir zorlukta. O yüzden bizlere “ Komünistler ve Barış” kitabında bir tavsiyede bulunuyor. Tavsiye şu şekilde: hadi gelin ve olaya en ayrıcalıksızın gözünden bakalım yani bunun Türkçesi; senin ülkende kötü bir durum mu var, olayı en fakirin  en dışlananın gözünden incelemelisin. Peki ya diğerleri de insan değil mi neden bunu söylüyor vesaire diyebilirsiniz bu yüzden buna kendi çapımda matematiksel bir açıklama getirdim.

2x + 4y+ 8z = 4

Bu bilinmeyenleri ( x, y ve z) ülkede bulunan vatandaşlar gibi düşünün, siz bu bilinmeyenler arasındaki ilişkiyi incelemek için ne yaparsınız? En küçük katı göz önünde bulundurarak (bu 2 oluyor.) ilk önce bir paranteze alırsınız ki her şeyi net bir şekilde görebilin.

2( x + 2y+4z) = 4 ve ardından 4 ile 2’yi sadeleştirirsiniz.

x+ 2y + 4z = 2

Peki ya siz en küçük katı göz önünde bulundurmadan işlemi yapsaydınız? örneğin dördü ortak kat almak isteseydiniz şöyle yapmanız gerekecekti.

 2x + 4(y+2z) = 4

Bu şekilde yaptığımız zaman bilinmeyenlerden birini dışlamış oluyoruz ve bu bilinmeyenler arasındaki ilişkiyi net bir şekilde algılayamıyoruz. 

Yazımın sonlarına geldiğime göre Sartre hakkında son birkaç şey söylemek istiyorum: Bu düşünce biçimini ve ezileni destekleyen bir adam olarak Sartre, çok sevildi. Öyle destekçileri vardı ki cenazesi Paris sokaklarında binlerce insanla birlikte taşındı. Kişiliğiyle, düşünceleriyle ve seçip ortaya koyduklarıyla Sartre bambaşka, varoluşçuluk bambaşka bir şekilde var oldu ve “varoluşu” hala devam etmekte.

Anahtar kelimeler: Felsefe ,filozof, Jean paul Sartre, ikinci dünya savaşı, varoluşçuluk, egzistansiyalizm, soren kierkegaard, komünizm, paris , simone de beauvoir, özgürlük, irade 

0 YORUMLAR

    Bu KONUYA henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu sen yaz...
YORUM YAZ