Okul İçimizdeki Yaratıcılığı Öldürür mü?

 Okul İçimizdeki Yaratıcılığı Öldürür mü?

Hiç durmadan eğitim sistemi hakkında şikayetlerde bulunuyoruz. Ne kadar yorucu olduğunu, gereksiz şeyleri öğrettiğini söyleyip duruyoruz. Çoğunluğumuzun tek isteği biraz daha hafif olması, biraz daha rahat bırakılmak. Ancak eğitim sisteminin en büyük problemi bu değil. Eğitim sisteminin en büyük sıkıntısı orijinal düşüncelerin ölmesine tamam demesidir. Yani yaratıcılığımızı kısıtlamasıdır.

Hepimiz biliyoruz ki, dünyanın bütün ülkelerinde ilk önce matematik ve dil dersleri, ardından da sanat dersleri geliyor. Şöyle bir şey ki; çocuklar büyüdükçe, onları belden yukarı artan bir biçimde eğitiyor ve daha sonra sadece kafalarına odaklanıyoruz.

Eğitiminin asıl amacı nedir? Bunu kendinize hiç sordunuz mu? Eğitimin zirvesi nedir?

Üniversite profesörü yetiştirmek.  Öyle değil mi? Eğitim de varabileceğiniz en yüksek nokta, üniversite de profesör olmaktır. Ve üniversite profesörleri ile ilgili olan en ilginç şey ne biliyor musunuz? Birçoğu kafalarının içinde yaşıyorlar. Dışarı çıkmak korkutucu geliyor ve bedenlerinden soyutlanmış bir şekilde kendilerini kafese koyuyorlar. Bu durumdan anlayabileceğiniz en iyi şey biraz önce dediğim olacaktır. Eğitim sistemi zaman ilerledikçe daha da çok kafamıza odaklanıyor.

Şu anda bütün eğitim sistemleri akademik başarı getirecek şekilde dizayn edilmiştir. Bunun nedeni de şu; eğitim sistemi 19. Yüzyılda oluşturuldu, endüstrileşmenin ihtiyaçlarını karşılayabilmek için. Bu sebepten dolayı hiyerarşinin temelinde iki nokta var. Birincisi; en tepede iş sahası için en verimli konular yer alacak. İkincisi ise; zeka algımızı domine eden akademik yetenekler olacak.

Bunca şeye büyük bir çerçeveden bakınca görüyoruz ki, eğitimin tek yararı bizi üniversiteye hazırlayan bir araç olmak. Gençlik yıllarımızı üniversiteye girebilmek için harcıyor ve hatta sanatla ilgileniyorsak sistemin gözünde aptala dönüşüyoruz. Peki, böyle daha nereye kadar gidebiliriz? Yaratıcılığımızı öldürerek.

UNESCO’ya göre gelecek yıllarda tarihin başından beri var olan insan sayısından daha fazla bebek doğacak. İnsan sayısı arttıkça aldığımız puanların bir önemliliği olmayacak. Eskiden yüksek lisans yaparak alınan işler için şimdi master yapmaya muhtaç durumda kalınacak. Şu anda elimizde tuttuğumuz “eğitim sistemi”, işte bu kadar kolay bir şekilde ellerimizin arasından kayıp gidecek.

Gillian Lynne, geçen sene vefat eden ünlü bir balerin. “My Fair Lady” ve “Phantom of Ophera” ‘ın kareografisini yapmıştı. Gillian, küçükken çok hareketli bir çocukmuş bu sebepten dolayı da okulu ve ailesi tarafından baskı görüyormuş. Derslerine odaklanamıyor ve neler olduğunu diğerlerinden daha geç çözüyormuş. Bir gün annesi onu doktora götürmeye karar vermiş ve doktor ikisinin de görüşlerini dinlemiş. Ardından doktor annesinin dışarı çıkmasını rica ederek Gillian ile başbaşa kalmış. Doktor radyoyu açmış ve Gillian hemencecik dans etmeye başlamış. Doktoru da annesine onun bir dansçı olduğunu söylemiş ve Gillian için yapılabilecek en iyi şeyin onu bir bale okuluna yazdırmak olacağını izah etmiş. Gillian, eğer o gün halk için yapılı olan eğitimini bırakıp bale okuluna geçmeseydi, bir efsane olamayacaktı. O da üniversiteye giremeyen hatalı ürünlerden biri olacaktı.

Okul ve eğitim, belki de elimizde bulunan en önemli gücü, yani yaratıcılığımızı, bir kutu içine alıp o kutuyu olabildiğince daraltmaya çalışıyor. Bu günden sonra en büyük hedefimiz olabilecek kötü senaryoları engellemek ve yaratıcılığa bir şans vermek olmalıdır.

 

0 YORUMLAR

    Bu KONUYA henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu sen yaz...
YORUM YAZ